Ercüment Ekrem Talü
Ramazanın birinci günü daima halkta bir acemilik olur. Orucun kendine
mahsus tiryakiliği, neşesi, sekri ile henüz ülfet etmeyen vücutlar,
dimağlar biraz zahmet çeker.
Sabahleyin
eyyam-ı adiyede böyle adet edindiği için erkenden
yataktan fırlayıp, tam başı ucundaki tütün paketine sarılırken:
-Efendi ne
yapıyorsun, ramazan unuttun mu?
ikazıyla kendine
gelenler, mükeyyifattan, münebbihten mahrumiyetin tevlit ettiği
dalgınlıkla gayr-i ihtiyarî olarak vakitsiz evden çıkıp da sair
günler mutad olan süratte dairesine varan ve kapıyı kapalı bulunca
aklını başına toplayanlar; tramvayda sigarayı ağızlığa takip tam
kibriti çaktığı sırada yanında oturan hoca efendinin dik dik
bakışından mütenebbih olanlar, burnunu silmek için mendilini
ararken cebinde bulduğu eskiden kalmış bir tek kebap fındığını
ağzında çiğneyip yutacağı esnada kaldırım üstünde duran
simitçinin:
-Ramazaniyelik,
sıcak, sıcak!...
avazıyla oruçlu
olduğunu hatırlayanlar, hep bu mübarek ilk günde sık tesadüf
olunur şahiyetlerdir.
|
|
Yine ramazanın ilk
günü yankesiciler için bir ıyd-i ekberdir. Hele ikindiden sonra...
Fes yana eğilmiş,
gözler süzük, dudaklar morarmış ve kuru, simanın rengi uçuk,
bacaklar dermansız, kolları uyuşuk, düğmeleri çözük, ceketin etekleri
sarkmış, elde, içerisi esnayı rahda rast gelinip imrenilen her çeşit
nesneden birer parça dolu mahut kağıt torba, efendi tramvay bekler.
Mevkif kalabalık mı kalabalık. Birbirini sıkıştıran sıkıştırana! Tramvay
arabaları üzerine sinek üşüşmüş birer cesîm ve müteharrik akide şekeri
gibi gelip geçiyor.
-Fesubhanallah, daha
ne kadar bekleyeceğiz? Ezana yarım saat var!
derken bir feryat:
-Amanın, polis efendi,
polis efendi! Canım, nah gidiyor, tutun!
Velet başında
alamet-i farika-i mahsusası olan kapela, yan sokaklardan birine sapıp
kaybolur. Ahali, bîçare efendinin yanında. Sualler, mütalaalar,
nasihatlar başlar:
-İçinde çok para var
mıydı?
-Alan adamı görmüşsün?
-Be adam, ceketin yan
cebine de para konur mu?
-Zo, bu İstanbul da şu
ara ne kıyak şey oldu. Dünyanın bütün kapkaç herifleri bunda!
-Sivilizasyon diye
daha ne çeşit işler göreceğiz!
-Ti ine kale, kılefeti?
-Ayol, ne de tavşan
gibi sekti? Bir feryat daha:
-Ne karıştırıyorsun
ulan? O cebin içinde ben para bulamıyorum ki sen bulasın! (Etrafındaki
ahaliye dönerek) Köpoğlunun veledi, elini boş cebime sokmuş
habire araştırıyor, bereket bir şey yok!
Öteden bir çığlık:
-İlahi, elin kopsun!
Deminden beri nedir diyorum. Meğer şurada duran kokana imiş! Aaa, gizli
yerlerimi karıştırdı durdu!
İlk efendi melül
melül evinin yolunu tutar. İftardan sonra aklını toparlayınca vay evdeki
kaşık düşmanının başına gelecekler! Tekmil hıncını ondan çıkaracaktır.
Ramazanın bu ilk
gününün eskiden başka hususiyetleri de vardı. Paraya tevakkuf eden
hazırlıklardan, iftarlardan, diş kiralarından bahsedip de hem kendimin,
hem de karilerin derdini depreştirmeyeceğim. Yalnız yavaş yavaş
unutulduğunu görmekle müteessir olduğum bazı kadim ananelerin ihyasını
temenni ediyorum. Mesela bundan birkaç sene evvel Ramazan hulul etti mi,
küçük büyük herkes birbirini tebriğe şitaban olurdu. Samimî, riyasız
ziyaretler, mektuplar teati edilir, sohbetler, ictimalar olur, birlikte
camiler, sergiler, ahbaplar dolaşılır, otuz gün için müşterek ibadet,
ziyaret, eğlence programları yapılırdı.
Bu mevsimde oruç
tutmak gerçi biraz güç oluyor. Günler uzun, havalar sıcak. Lakin bu
şerait dahilinde farîza-i sıyamı ifa etmek her halde daha ziyade
makbuldür. Zavallı Borazan Tevfik merhumun burada bir menkıbesini
hatırladım. Bugünkü musahabemi bununla bitireceğim.
Bundan üç dört
sene evvel yine böyle bir yaz ramazanı Tevfik Erenköyü'nden trene biner.
Bîçare Tevfik dini bütün bir Müslümandı. Oruç başına vurmuş, bîtap,
şişman olduğu için sıcaktan da müteessir bir halde kompartımanın birine
yerleşir. Meğer karşısında öteden beri tanıdığı biri Saim, diğeri Abid
isimli iki birader oturuyormuş. Bunlardan biri Tevfik'e hitaben:
-Tevfik Bey! der;
galiba oruç seni fena sarsıyor! Borazan, bila-teemmül cevap verir:
-Ne yapayım? Siz iki
kardeş taksim-i vazife etmişsiniz. Bana gelince hem saim, hem abid olmak
mecburiyetindeyim. Bu sıcakta da kolay iş değil!
(İkdam, 2 Ramazan 1339/11
Mayıs 1921)
|