Mustafa Kutlu
Fırından çıkan
sıcak pidelerin buğusu kavrulmuş susam kokusuna karışıyor. Hangi
mevsimde olursak olalım marulun, kıvırcık salatanın bir deste maydanozun
yeşilinden fışkıran dirilik ve ferahlık içimize yayılıyor. Dedeler
ceplerinde şekerlemeler ile torunlarını kucaklıyorlar. Akşamın pembe
lacivert tülü büyük bir sükünet ile insanların, bütün dünyanın üzerine
iniyor.
Melekler saf saf
iniyorlar.
Cennet kapıları açılıyor.
Rahmet ve merhamet
ve bereket her yandan kuşatıyor bizi.
İnsanlar birbirlerine
sevgi ile bakıyorlar. Zenginler zenginliklerinden soyunuyor, yoksulların
yoksulluğu kayboluyor. Kalbimizin paslı kilidi açılıyor. Bize selam
veren bir kişiyi kardeş biliyoruz. Kimse sesini sertleştirmiyor.
Yüzlerde nur, gönüllerde karşı konulmaz bir incelik, bir rikkat.
Açlık bizi doyuruyor. En
çok kıymet verdiğimiz şeyleri başkaları ile paylaşmaktan sonsuz bir haz
duyuyoruz. Bize yük olan her unsur, her tasa, her ihtiras tasını
tarağını toplayıp savuşuyor. Kapımız ve soframız açık. Derdimizi ve
sevincimizi söylemekten hoşnutuz.
Sabır bizi coşturuyor.
Kalbin ırmakları dolu dizgin. Merhamet sağanak gibi boşalıyor.
Hizmetten, hürmetten, ibadetten yeryüzünde oluşumuzun derinliklerinden,
sebeplerden ve sonuçlardan geçiyoruz. Bir imtihan içinden yüz akı ile
çıkıyoruz.
İçimizde kurulan kürsü
bizi hesaba çekiyor. Ağlıyor ve tövbe ediyoruz. Tövbe suları sonsuz
çağlayanların şırıltısını, aydınlığını, engin ufukların parıltısını
taşıyıp duruyor işte. Bu taşı bu yoldan niçin kaldırmadım ben, bu çiçeğe
bu hafta niçin su vermedim ben, şu çocuğun yanağına bir öpücük niçin
kondurmadım ben, komşumun kapısını bir kez olsun çalmadım mı ben, alnımı
secdeye bir kez olsun koymadım mı ben?
Derken ben. Benlikten
sıyrılıyor.
Benlikten sıyrılırken,
çiçek açmış badem dalının, kelebek kanadının, su sesinin ve yıldız
parıltısının, dostun ve akrabanın, ayak bastığımız toprağın, buğdayın
ve zencefilin, yani akşam ezanı ile yeryüzüne yağmur gibi dökülen
varoluşun sırlarını fark ediyor.
Bizi bu menzile
eriştiren kılavuza binlerce teşekkür. Bize bu basireti bağışlayan güce
sonsuz secde.
Bu sırada çocuk sıcak
pidenin buğusuna sarılmış olarak gülümsüyor. Baba işinden dönüyor, eve
yaklaştıkça göğsünde bir genişlik. Anne yeşil salatanın üzerine birkaç
zeytin bırakıyor.
Paydos.
Ses kesiliyor.
Rüzgar duruyor. Güneş dağların ardına çekiliyor. Kuzeyde bir yıldız göz
kırpıyor. Nefesimizi tutuyoruz. Kuşlar kanatlarını kapatıyorlar. Çekiç
örsün kenarında bekliyor. Dalgalar diniyor.
Sükut... Sükut...
Ve ağızları misk gibi
kokanlar ve o gün insanlara gülden ağır bir söz söylememiş olanlar ve o
gün almayı değil hep vermeyi düşünenler ve o gün "sabredenlere
hesapsız ecirler verilecektir" müjdesi ile müjdelenmiş olanlar
meleklerle birlikte iftar sofrasına oturuyorlar.
Allahım, şükürler olsun
oruçluyuz...
|